20 Aralık 2010 Pazartesi

Dead Calm (1989)

Çocukluğumuzdan beri süre gelmiş ve hala geyik muhabbetine rahatlıkla esin kaynağı olan bir soru ile başlamak istiyorum. Issız bir adaya düşşeniz yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu? Herkesin o veya bu şekilde bir cevabı mutlaka vardır bu soru için. Kimimiz mantıklı cevaplar verirken, kimimiz komiklik olsun diye enteresan cevaplar verebilmekte.

Gelin bu soruyu biraz modifiye edelim. Okyanusun ortasında bir yelkenlide olsanız yanınızda isteyeceğiniz üç şey ne olurdu? Benim cevabım Dead Calm (1989)' ı izledikten sonra kesinlikle değişti diyebilirim. Merak edenler için söyleyeyim, yanımda isteyeceğim üç şeyi yazımın sonunda sizlerle paylaşıcam. 

Dead Calm (1989)

Küçük oğullarını talihsiz bir trafik kazasında kaybeden Rae (Nichole Kidman) ve John Ingram (Sam Neil) çareyi okyanusta başbaşa bir tekne seyehatine çıkmakta bulurlar. Yolculukları esnasında aşklarını ve hayata olan bağlılıklarını tazelemeye çalışan çift günlerce sakin sularda seyehat eder. Ufukta beliren bir başka yelkenli ile yanlızlıkları sona erer. Esrarengiz yelkenliden ayrılan bir sandal ile gelen davetsiz misafir Hughie (Billy Zane), Ingram çifti için huzurlu bir tatilin sonu olacaktır.

Dead Calm (1963) - Roman

Romandan beyaz perdeye aktarılırken kolu, bacağı, kafası uçurulup da nereye gideceğini bilemeyenlere bir örnek bu film. Charles Williams' ın 1963' de kaleme aldığı aynı adlı romandan esinlenerek beyaz perdeye aktarılan film ne yazık ki romandan bir hayli farklı. Romanda ne arabanın camından uçan çocuk, ne de ölen köpek gibi zorlama gerilimlere ihtiyaç duyulmuş. Filmde ise hikayenin akışı ve senaryonun detaylandırılması tam anlamıyla bir zincirleme reaksiyon gibi olmak durumunda kalmış. Her türlü kazanın ve aksiliğin bir diğerini tetiklemek gibi kutsal bir görevi mevcut. İster istemez bu durum izleyiciyi rahatsız ediyor. Rahatsız etmekle de kalmıyor, hikayenin hatalarını, birilerinin biraz daha fazla çaba harcayarak bir şekilde kapatması gerekiyor ki film izlenebilir bir boyut kazansın. İşte tam da bu noktada Dead Calm' ın yönetmen koltuğunda oturan Phillip Noyce devreye giriyor.

Phillip Noyce

Phillip için ilk söylemek istediğim, futboldan pek anlamam ama, bu filmde izlediğim çekim tarzı ile kendisi bana İngiliz futbolunu anımsattı. Kısa, etkili ve seri paslar yaparmış gibi sahneler oluşturmak ve bunları kullanarak hedefe doğru yol almak. Filmin konusu gereği, daracık bir alanda (yelkenli) mümkün olabilecek en etkili şekilde çekim yapabilmek ve izleyiciye maksimum gerilim duygusunu yansıtmak da lazım. Başarmış! Filmin hikayesi ne kadar açıklarla dolu olursa olsun bir şekilde beni ekran karşısında tutmayı becerdi ve filmi izlerken de bir kere olsun sıkıldığımı düşünmedim. Her sahnede terör yaratabilme yeteneğine sahip, yarattığı terörlerin arasını da Pasifik Okyanusu' nun eşsiz manzarasını kullanarak görsellik ile süsleyen bir yönetmen ile karşı karşıyayız.

Dead Calm (1989)

Ünlü yönetmenin Dead Calm' da yaratmaya çalıştığı temel görünüm, uçsuz bucaksız okyanusun ortasındaki iki yelkenlinin birbirlerini sorunlar girdabına doğru çekmesiydi. Yelkenlilerin uzak plan çekimleri ile bu görünüm desteklenirken, diğer bir yandan da izleyicide dışarıdan herhangi bir yardımın gelmeyeceği ve karakterlerin kendi kaderlerini belirlemek durumunda kalacağı anlatılmak istenmiş. Noyce, ayrıca bu filmi çekerken Hitchcock' dan esinlenmiş, hatta çekimlerden evvel Hitchcock' un Notorious (1946) filmini izlemiş ve seyirci üzerinde huzursuzluk duygusunu oluşturmak için bu filmin çekim tekniklerinden faydalanmış. Ünlü yönetmen için çıkış niteliği taşıyan bu filmi takiben Noyce; Harrison Ford' un büyük başarı ile bir CIA analistini canlandırdığı Patriot Games (1992) ve Clear and Present Danger (1994) ikilemesi, seri bir katilin peşinden koşan dedektiflerin mücadelesini anlatan The Bone Collector (1999) ve yine bir CIA ajanının kendini aklamak uğruna verdiği savaşı konu alan Salt (2010) filmlerinin yönetmenliğini üstlendi.

Dead Calm (1989) - Sam Neil

Farkına varmadan ağzımdan dökülüverdi, "inanılmaz güzelsin". İtiraf ediyorum; annemin beni elimden tutup, Osmanbey' deki Kent Sineması' na götürdüğü çocukluk yıllarımdan beri Nichole Kidman' a hayranım. Hemen üzerine bir itiraf daha, Dead Calm' ı hiçbir beklentim olmadan sadece Nichole için izledim. Belki de filmi şu an yerden yere vuramamamın nedeni hiç beklentimin olmaması olabilir. Filmin görselliğinin önüne geçmiş bir güzellik var karşınızda. Henüz daha yirmi yaşındayken canlandırdığı Rae Ingram rolü ile kariyerinin önü açılmış ve genç Nichole güzelliği ile beyaz perdeye bakanları büyüleyerek bugün bildiğimiz Nichole Kidman oluvermiş. Bebeksi yüzü, duru cildi, güzel fiziği ve sizi delip geçen, hatta arkanızdaki adamı da delip geçen, mavi gözleri ile Nichole arananlar listesinin hep en üst sıralarında olmayı başarmış bir oyuncu. Ancak bunun bir de negatif tarafı var. Güzelliğinin daima oyunculuğunun önüne geçmesini engelleyememesi. Sinema sektöründeki bazı erkek ve kadın oyuncular ne yazık ki oyunculuklarından ziyade dış görünüşleri ile baş rolleri kaparlar. Bu durum tabiki onların kötü oyuncu olduklarını göstermez. Sadece çok güzel olduklarını ve bu güzelliklerini kariyerlerinin basamaklarını tırmanırken ön planda tuttuklarını gösterir.

Dead Calm (1989) - Nichole Kidman

Hikayenin zayıflığını, Noyce' un çekim stilinin yanı sıra Nichole' un oyunculuğu da telafi ediyor ve filmi izlenebilir boyutun biraz daha üzerine çıkartıyor. Nichole için rahatlıkla filmi sırtlamış götürmüş diyebiliriz. Genç yaşına rağmen filmi çekip çeviren, ufacık yelkenlinin içerisinde izleyiciye üzüntü, dram, merak, endişhe, mutluluk, kovalamaca, tuzak kurma, aldatma, erotizm, kavga gibi onlarca duygu ve durumu gösterebilen bir Nichole var karşımızda. Güzel yıldızın; kabuslar gören, ağlayan, sakinleştirici ilaçlar alan, hassas ve kocasının korumasına ihtiyaç duyan bir kadından, dayanıklı, kurnaz, hırslı ve seksi bir savaşcıya dönüştüğünü görmekteyiz. Dead Calm ile yıldızı parlayan Nichole Kidman' ın diğer göz kamaştırdığı filmleri arasında, New York' lu bir doktorun aldatmayı göze aldığı güzel eşini canlandırdığı Eyes Wide Shut (1999), günümüz sinemasının gördüğü en güzel müzikallerden biri olan Moulin Rouge! (2001) ve sivil savaş zamanında sevgilisinin cepheden geri dönmesini bekleyen ve büyük bir çiftliği tek başına idare etmeye çalışan taşralı bir güzeli oynadığı Cold Mountain (2003) sayılabilir. Belirtmek isterim ki bence Cold Mountain, Nichole' un en iyi performansını sergilediği filmdi.

Dead Calm (1989)

Filmde Nichole Kidman' a John Ingram rolünde Sam Neil eşlik ediyor. Sam yılların deneyimi ile her zamanki gibi yine kendinden beklenilen oyunculuğu sergiliyor. Keskin yan bakışları, ağır başlı tavırları ve arada sırada bizlerden esirgemediği sırıtışı ile Sam Neil her zaman bildiğimiz aynı Sam. Usta oyuncunun rol aldığı birçok filmin arasından öne çıkanlar tabiki, bizleri dinazorlar aleminde bir maceraya sürükleyen Jurassic Park (1993) ve Jurassic Park III (2001). Bir de Sam ile ilgili son olarak, bahsetmeden geçmek istemediğim, 2011' in ikinci yarısında izleyici ile buluşacak olan ve dünyada son kalan Tazmanya Canavarının peşinden giden bir avcıyı konu alan, The Hunter (2011) filmini sabırsızlık ile bekliyorum.

Dead Calm (1989) - Sam Neil

Ingram ailesinin Pasifik' te huzur arayışını bir anda cehenneme çeviren, dengesiz ve pisikopat Hughie Warriner rolünde Billy Zane karşımıza çıkıyor. Her an ne yapacağını kestiremediğiniz ve bir an evvel kurtulmak isteyeceğiniz tarz bir karakter. Filmin hikayesindeki dengesizlikler de işte tam bu noktada ortaya çıkıyor. Rea' nin eline birçok defa Hughie' den kurtulma fırsatı geçiyor ancak nedendir bilinmez, elindeki mutfak bıçağını herifin sırtına saplamayı veya ellerini ayaklarını bağlamak yerine neden denize atmayı akıl edemediğini bir türlü anlayamıyorum. Üstelik kanımca Hughie pisikopat davranışları ile ölmeyi gerçekten de hak ediyorken. Ancak bu pisikopat çocuktan hiç beklenmedik sözler de duyabiliyorsunuz. Mesela, Billy Zane' in Nichole Kidman' a rol icabı söylediği bir iki cümle var ki altına hiç düşünmeden imzamı atarım. "Yüzünün beni büyülediğini söylemeliyim. Seksen yaşına geldiğinde bile hala çok güzel bir kadın olacaksın." Gözümüzün Billy Zane' e aşina olduğu diğer filmler arasında, on kaplan gücünde olan bir süper kahramanı oynadığı The Phantom (1996) ve çıktıkları gemi seyehatinde nişanlısını genç bir adama kaptıran kötü kalpli zengin adamı canlandırdığı Titanic (1997)' i söyleyebiliriz.

Dead Calm (1989) - Billy Zane

Yazımın sonuna doğru gelirken bilmenizi isterim ki, Dead Calm aynı adlı romandan uyarlanan ilk film değil. 1963' de yayınlanan Dead Calm romanından esinlenen Orson Welles, 1970' de romanın adını The Deep (1970) olarak değiştirir ve hikayeyi beyaz perdeye aktarmak için çekimlere başlar. Filmin çekimleri duraksamalarla devam etmektedir. 1973 senesine gelindiğinde Hughie karakterini oynayan aktör Laurence Harvey' in vefatı ile çekimler sona erer ve proje rafa kaldırılır. Orson Welles' in romandan bizzat uyarladığı ve kaleme aldığı senaryo eminim ki orjinaline daha sadıktı. İzleyebilmeyi çok isterdim.

Dead Calm (1989) - Nichole Kidman

En Sevdiğim Alıntı:

Hughie:     You know i was watching you when you were sleeping...and i gotta tell you that your face fascinates me. Yeah, even when you' re 80, Rae, you' ll still be a beautiful woman.

Dead Calm (1989) - Nichole Kidman

Benzerlik:

Bu seferki benzerlik filmin kendine ait değil. Blogda Phillip Noyce ile ilgili paragrafı yazıyordum ki birden gözümün önünde beliriverdi. Yönetmen Phillip Noyce aşırı derecede Star Wars II ve III' te karşımıza çıkan kötü karakter Count Dooku' ya benziyor. Ben ikisini yan yana getirdim. Buyrun bir de siz bakın.

Phillip Noyce & Count Dooku

Film Hatası:

John; su almakta olan ve motoru çalışmayan yelkenlide mahsur kalmıştır. Hasarı incelemek için deniz gözlüğü ile su dolu gövdenin içine dalar. O su altında etrafa bakınırken inanılmaz bariz bir şekilde deniz gözlüğünün içindeki su seviyesi değişmektedir. İlk başta gözlüğün içi yarısına kadar su ile doluyken, bir sahne sonra, heralde Sam Neil gözüne gelen sudan rahatsız olmuş olacak ki, gözlüğün içindeki su ortadan kaybolmuş. Kameranın objektifinde sadece Sam' in gözlük takmış kafası varken bu kadar bariz bir hatayı nasıl olur da görmezler veya görmezden gelirler aklım almadı açıkcası.

Dead Calm (1989)

Son olarak eğer siz de benim gibi Nichole Kidman' a hayransanız yada deniz seyehati ve yelkenlileri seviyorsanız o zaman bu film kesinlikle sizi fazlası ile tatmin edecektir. Bunun haricinde film için izleyiciyi sıkmayan, sürükleyici ve birden fazla kere rahatlıkla izlenebilir diyebilirim. Az kalsın unutuyordum. Yazımın başında söz verdiğim gibi, okyanusun ortasında bir yelkenlide tek başıma kalsam yanımda isteyeceğim üç şey kesinlikle, Nichole! Nichole! Nichole! olurdu.

Benim Notum:    6.5 / 10

İyi Seyirler,

Cihat Özkan

3 Aralık 2010 Cuma

Cross of Iron (1977)

1941 senesinin ilk yarısı sona ermek üzereyken Avrupa' nın tamamı savaşın pençesindeydi. Sovyetler Birliği ile göstermelik bir anlaşma imzalayan Hitler, Polonya' yı Ruslar ile paylaşmış ve ordularını gönül rahatlığı ile Fransa üzerine salmıştı. Fransa da işgal edilince sıra İngiltere ve tabiki geçici olarak el sıkıştığı Sovyetler Birliğine gelecekti. İngilizlerin kararlı direnişi ile karşı karşıya kalan Hitler, bu sefer gözünü, daha kolay bir hedef olarak gördüğü, Sovyetler Birliği' ne dikti. Hitler' in, Stalin ile Polonya' yı yarı yarıya paylaşmayı kabul etmesinin gizli bir sebebi vardı. Almanya ile Sovyet Rusya arasında ortak bir sınır oluşturabilme çabası. Böylece yıldırım takdiği ile savaşan Alman panzerleri sorunsuzca ve hızla Rus steplerinde ilerleyecekti.

Tarihler 22 Haziran 1941 gününü gösterdiğinde yaklaşık 4.5 milyon Alman askeri 2900 Km' lik bir hat boyunca hızla ilerleyerek Sovyet topraklarını işgal etmeye başladı. Bu istilanın adı dokümanlara "Barbarossa Operasyonu" olarak kaydedildi ve Barbarossa, insan gücü ve kayıplar bakımından tarihin en büyük askeri operasyonu olarak hala akıllardaki yerini korumaktadır. Almanlar çok kısa sürede Ukrayna topraklarının tamamını işgal ettiler ve Rusya içlerine doğru ilerleyişlerini sürdürdüler. Barbarossa operasyonunda Alman ve Rus birliklerinin karşı karşıya kaldığı her bölge, her alan ve her karış toprak tarihin en kanlı mücadelelerine ev sahipliği yaptı. Moskova' nın dış mahallelerine kadar ilerlemeyi başaran Alman ordusu Ruslar' ın güçlü direnişi sayesinde hiç bir zaman şehri ele geçirmeyi başaramadı ve 1941 senesinin sonuna gelindiğinde Almanlar Rus saldırıları karşısında düzenli olarak geri çekilmeye başladı.

Yine bir 2. Dünya Savaş' ı filmi ile karşınızdayım. Evet, farkındayım. Geçen hafta da savaş filmi incelemiştim. Önümde duran onlarca birbirinden farklı film varken şuursuzca elimin bu filme uzanmasının sebepleri var. Öncelikle Cross of Iron (1977) sinema tarihindeki, İngilizce olup da Almanları iyi taraf olarak gösteren tek film olma özelliğini taşıyor.  Bu filmi seçmemdeki bir diğer etken ise, yönetmen ve baş rol oyuncusu ki onlardan yazımın ilerleyen bölümlerinde detaylı söz edeceğim.

Cross of Iron (1977)

1943 senesinin sonları. Alman ordusunun doğudaki ileşleyişi tamamen durmuştur. Yoğun Rus saldırıları karşısında Almanlar düzenli olarak geri çekilmeye çalışmaktadırlar. Ruslar' ın Kafkasya operasyonu ile Alman birlikleri Taman yarımadasını da kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu ölüm kalım savaşında, Rus hatlarının ötesine başarılı operasyonlar düzenleyen asi çavuş Rolf Steiner (James Coburn) ve mangasının, Prusyalı küstah yüzbaşı Hauptmann Stransky (Maximilian Schell)' e karşı verdikleri onur ve hayatta kalma mücadelesinin içerisinde buluyoruz kendimizi. Yüzbaşı Stransky aristokrat bir aileden gelmektedir. Savaştan sonra ailesinin yanına gururla dönebilmesi için en yüksek kahramanlık madalyası olan Demir Haç nişanı ile ödüllendirilmesi gerektiğine inanmaktadır ve bu uğurda da yapmayacağı çok az şey kalmıştır. Çavuş Steiner ise asi tavırları ve düşmana karşı elde ettiği başarıları ile yüzbaşının madalya planlarına gölge düşürmektedir.

Sam Peckinpah

Cross of Iron, beyaz perdeye aktarılan başarılı uyarlamalardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Filmin orjinal senaryosu Willi Heinrich' in 1956' da kaleme aldığı The Willing Flesh adlı romana ait. Yönetmenliğini Sam Peckinpah' ın üstlendiği, başrollerini ise James Coburn ve Maximilian Schell' in paylaştığı Cross of Iron akıcılığı, anlatım tarzı ve görselliği ile savaş filmi sevenlerin beklentilerini kesinlikle karşılayan bir yapım. Açıkca belirtmek isterim ki film, hayatımda izlediğim nadir gerçekci savaş filmlerinden biri olarak beynime kazındı. Kendinizi savaşın tam ortasında buluyorsunuz. Rus saldırılarını gördükçe siz de elinizden kumandayı atıp oradan kaçmak istiyorsunuz ama olmuyor. Bir sebepten dolayı ekranın karşısında kilitlenip "Ooo çok iyi" demekten başka çareniz kalmıyor. Ben bu durumu kısaca "The Peckinpah Effect" olarak adlandırıyorum. Sam Peckinpah, tanımayanlar için kısaca bahsetmek istiyorum, adı çok fazla duyulmamış olmasına rağmen 70' li ve 80' li senelerde kendine özgü üslubu ile oldukça başarılıydı. Peckinpah denildiğinde ilk akla gelen kanlı sahneler oluyor. Ancak hemen "ıy" moduna bürünmeyin çünkü bu kanlı sahneler o kadar ince düşünülerek çekiliyor ki kesinlikle izleyici üzerinde "ıy" etkisi yaratmıyor. Kanlı sahnelerin yanı sıra bir diğer Peckinpah özelliği de yavaşlatılmış (Slow Motion) sahneler. Sam için rahatlıkla yavaşlatılmış sahnelerin üstadı diyebiliriz. Cross of Iron filminde de aralara başarı ile serpiştirilmiş yavaş çekim sahneler göz doldurur nitelikte. Özellikle bir sahne var ki defalarca geri sarıp izlememe rağmen her seferinde iki dudağımın arasından "Çok iyi" cümlesinin çıkmasını engelleyemedim. Filmin başlarında çavuş Steiner ve mangası Rus hatlarının arkasına bir baskın düzenler. Bu baskında çıkan çatışma sırasında ayakta duran Steiner elindeki makineli tüfeğin boşalan şarjörünü çıkartıp atar. "E ne var ki bunda?" dediğinizi duyar gibiyim. Benimle aynı heyecanı yaşamak için, bu sahneyi yavaşlatılmış bir şekilde Peckinpah gözü ile izlemeniz gerektiğini belirtmeliyim.

Cross of Iron (1977) - James Coburn

Cross of Iron, Peckinpah' ın ilk ve son savaş filmi olma özelliğini taşıyor. Bu sebepten ötürü filmi izlerken rahatlıkla farkediyoruz ki, yönetmen bütün marifetlerini sergelemiş ve ortaya görselliğin yanı sıra inanılmaz detaylı bir film çıkmış. Eğer siz de benim gibi 2. Dünya Savaşı' na özel ilgi duyuyorsanız tahminimce Saving Private Ryan (1998)' ı gönlünde özel bir yere koyanlardansınız. Biraz olsun aklınızda şekillenmesi için şunu söyleyebilirim ki, Saving Private Ryan' daki detay ve gerçekciliği emin olun Cross of Iron' da da gözlemleyeceksiniz. Bloğun ilerleyen bölümünde iki film arasında ufak bir kıyaslama da yapıyor olacağım. Ünlü yönetmenin diğer bilinen filmleri arasında, Amerikan iç savaşını anlatan Major Dundee (1965), İngiliz bir kadın ile Amerikalı bir adamın evlenip İngiltere' nin kırsal bölgesine yerleşmelerini konu alan Straw Dogs (1971) ve suç çetesinden kaçan bir eski hükümlünün macerası olan The Getaway (1972) filmleri yer almakta.

Cross of Iron (1977)

Biraz da filmin psikolojisinden bahsedelim. Her filmin kendine özgü bir psikolojisi vardır. Psikoloji esasen senaryo yazımı sırasında şekillenirken; cast, çekim teknikleri, set dekoru ve özel efektler gibi diğer unsurlar sayesinde de derinlik ve anlam kazanır. Hemen hemen her filmin senaryosu, protagonist (kahraman) ve antagonist (karşıt karakter) karakterler barındırır. Filmindeki psikolojiyi bu iki karakterin çatışması ön plana taşır. Cross of Iron' a baktığımızda ise durumun biraz normalden farklı olduğunu görüyoruz. Filmde iki adet protagonist karakter ve iki adet de antagonist karakter mecut. Bu zıt karakterlerin çatışmaları ise iç içe girmiş durumda ve birbirlerini bir noktada tamamlar nitelikle. Karşımıza çıkan ilk çatışma Alman orduları (Protagonist) ve Rus orduları (Antagonist) arasında olmakta. Filmin genel akışı bu savaş üzerinde gitse de filmin ana konusu kesinlikle Alman-Rus savaşı değildir. Bu çatışmanın altında, çok da bu savaştan kopmadan ilerleyen, ikinci bir karakterler çatışması mevcut. Asi çavuş Steiner (Protagonist) ile küstah yüzbaşı Stransky (Antagonist) arasındaki çatışma, izleyicinin film boyunca içine girdiği asıl psikolojinin temelini oluşturmakta. Mükemmel harmanlanmış iki çatışma, filmin izlenebilirliğine büyük katkıda bulunmakta.

Cross of Iron (1977) - Maximillian Schell ve James Coburn

Filmin ana karakteri olan, asi çavuş Rolf Steiner rolünü, Peckinpah' ın arkadaşı da olan, James Coburn üstlenmiş. Peckinpah ile James' in tanışıklıkları Major Dundee (1965) filminden gelmektedir. James, Sam ile kariyerinin en başarılı filmlerine imza atmış. Laf dinlemez, ast-üst ilişkisinden bihaber, soğuk kanlılıkla adam öldüren ama bir o kadar da insancıl olmayı başarabilen asi bir çavuşu ustalıkla ile canlandırmış Coburn. Oyuncunun diğer bilindik filmleri arasında, kızının katilinin peşinden iz süren bir babayı canlandırdığı American Gun (2002) ve daha önce de bahsettiğim Major Dundee (1965) filmleri yer almakta.

Cross of Iron (1977) - James Coburn

Bir başka dikkate değer karakter de çavuş Steiner ve adamlarına filmin başında esir düşen Rus asker çocuk. Henüz daha 15-16 yaşlarında olmasına rağmen, Rus ordusu tarafından askere alınıp savaşın korkunç yüzünü görmeye zorlanan çocuğun filmin teması içerisinde ayrıştırıcı bir özelliği mevcut. Film konusu itibari ile karşımıza hep savaşın getirdiği duygusuzluk ile soğuk kanlılıkla adam öldüren yetişkin insanlar çıkartıyor. Peckinpah, insanlıktan çıkmış bu insanların arasında izleyiciye biraz da olsa duygusallık ve masumiyet göstermek adına naif ufak bir çocuk kullanmış. Aynı zamanda küçük çocuk acı çekmekte olan insanlığı da temsil ediyor ve savaşın bizleri nasıl etkilediğini çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor.

Cross of Iron (1977)

Gelelim Saving Private Ryan ile Cross of Iron' ı karşılaştırmaya. Bu karşılaştırma içlerinden birini ön plana çıkartmak adına yapılan bir karşılaştırma olmayacak, öncelikle bunu bilmenizde fayda olduğunu düşünüyorum.  İlk olarak rakkamlara bakalım; Saving Private Ryan 1998 yapımı ve yaklaşık 70 milyon dolarlık bir bütçeye sahip. Cross of Iron ise 1977 yapımı ve yaklaşık 6 milyon dolarlık bir bütçeye sahip. Rakkamlardan soyutlayalım kendimizi ve bir de iki filmi izleyici gözü ile karşılaştıralım. Saving Private Ryan çarpıcı bir açılış sahnesine ve film boyunca peşini bırakmadığımız bir kahramana sahip. Aynı şekilde Cross of Iron da güzel bir çatışma sahnesi ile açılıyor ve bize film boyunca eşlik eden bir de kahraman mevcut. İki film de gerçekcilik ve kullanılan savaş techizatları bakımından oldukça başarılı. Çatlamalar patlamar için de bir yorum yapmam gerekirse bence Peckinpah' ın Spielberg' den geri kalır bir yanı yok. Sonuç olarak iki film de gerçekten sizi ekran karşısından alıp savaşın tam ortasına koyabiliyor. Saving Private Ryan' ın bütçesi ve yapım senesi itibari ile biraz daha ön planda yer aldığını da söylemek zorunda hissediyorum kendimi ancak kanımca eğer Cross of Iron iyi bir yönetmenin elinde, yüksek bir bütçe ile tekrar çekilirse Saving Private Ryan' ı kesinlikle liderlik koltuğundan edebilir.

Cross of Iron (1977)

En Beğendiğim Alıntı:

Colonel Brandt: What will we do when we have lost the battle?
Captain Kiesel: Prepare for the next one.

Cross of Iron (1977)

Dokundurmaca:

Filmin ortalarında siperde karşılaşan çavuş Steiner ile er Schnurrbart arasında tatlı bir sohbet başlar. İki arkadaş laf arasında Prusyalı general ve tarihçi Friedrich von Bernhardi' nin en bilinen sözü olan, "Kültürlü bir insanın hayatındaki en belirgin kendini ifade etme şekili savaştır."' ı bizlere hatırlatırlar. Aynı konuşma içerisindeki bir diğer önemli hatırlatma ise Prusyalı bir asker ve stratejist olan Carl von Clausewitz' dendir. "Savaş devlet politikasının başka araçlarla devam ettirilmesidir."

Cross of Iron (1977)

Kişisel:

Sam Peckinpah ile ilgili aktarmak istediğim bir detay daha mevcut. Sam, kamera arkasındayken muhakkak suretle çektiği filme kendi karakteristik özelliklerinden bir veya bir kaçını yansıtırmış. Bu yansıtmayı bir sahne üzerinden, bir dialog üzerinden veya bir karakter yaratarak izleyici ile gizliden gizliye paylaşırmış. Cross of Iron' da bizlerle paylaştığı karakteristik özelliği alkol bağımlılığı olarak karşımıza çıkıyor. Sam düzenli olarak yüklü miktarda alkol tüketirmiş. Daha da ilginci, sette bile kamera arkasındayken kısa süreli alkol alma molaları verdiği gözlerden kaçmamış. Filmde de bir çok  rütbeli askerin masasından ve elinden içki şişesi ile bardağının düşmediğini görüyoruz. Hatta karakterlerden biri için alkolik kalarak savaşta olduğunu unutmaya çalışıyor bile diyebiliriz.

Cross of Iron (1977)

Film Hatası:

Savaş filmlerinde, yapısı itibari ile hatalarla karşılaşma ihtimaliniz oldukça yüksek olmasına rağmen Cross of Iron devamlılık konusunda gerçekten oldukça başarılı diyebilirim. Gözüme çarpan en belirgin hata da zaten devamlılık ile ilgili değildi. Askeri teçhizatların ve kıyafetlerin başarı ile sergilendiği filmde küçük bir miğfer farklılığına rastlamak beni hayal kırıklığına uğratmadı diyebilirim. Filmin sonlarına doğru albay Brandt ile Kiesel' in vedalaşmaları esnasında arka planda beliren bir Alman askerinin kafasındaki miğfer dikkatimi çekti. Askerin miğferi kum rengiydi. Kum rengi miğferler Alman ordusu tarafından sadece Afrika kıtasındaki cephelerde kullanıldı. Kum rengi miğferin Rusya' daki bir cephede karşımıza çıkması ne yazık ki mümkün değil. Farz edelim ki, bu arka plandaki asker arkadaş önceden Afrika cephesindeydi ve daha sonra Rusya cephesine transfer oldu ve kum rengi miğferini de beraberinde getirdi. Durum bu şekilde olmuş olsa bile Rusya cephesine geldiğinde kum rengi miğfer ile dolaşmasına izin verilmez ve onun yerine cephe grisi (field grey) olarak bilinen gri miğferlerden giymek zorunda olduğu kendisine komutanı tarafından hatırlatılır. Sonuç olarak eğer bu asker kardeş kum rengi miğferi ile biraz daha şehirin içinde gündüz feneri gibi gezinirse Rus bir keskin nişancının hedefi olmaktan kurtulamaz.

Cross of Iron (1977) - Yanlış renk miğfer

Cross of Iron için hiç tereddüt etmeden Sam Peckinpah' ın en iyi filmi diyebilirim. İzledikten sonra da iki tane keşkem oldu. Birincisi, keşke Sam sadece bu filmle yetinmeseymiş ve birkaç tane daha savaş filmi çekseymiş. İkincisi ise, keşke bu filmi baba yiğit bir yönetmen ve yapımcı çıksa da bugün yeniden çekse. Savaş filmi seviyorsanız muhakkak izlemenizi öneriyorum.

Benim Notum:    7.5 / 10

İyi Seyirler,

Cihat Özkan